Kapanış: "Vahşi"
Nükleer silahlar, mülteci akınları, siyasi, sosyal ve askeri terörizm, enformatik cehalet, modern ırkçılık ve en güncel olarak da küresel salgınlar gibi sorunlarla baş ettiğimiz, stresin, sıkıntının ve olumsuzluğun gündelik hayatımızın bir parçası olduğuna alıştığımız günümüz dünyasında LED ışık kaynaklarının insanlar üzerindeki potansiyel olumsuz etkileri, devede kulak kalıyor gibi görünse de durum aslında tam olarak böyle değil.
Yine de, okurların çoğunun özellikle de bugünlerde içlerinde bulundurduklarından neredeyse emin olduğum bu yaklaşım, yazı dizisinin fikir ve içerik tasarımı aşamasında aldığım, tek tek tüm beş bölümde sıralanan potansiyel olumsuz etkilere karşı üretilecek çözümleri içeren bir kapanış bölümü hazırlama kararımı yeniden gözden geçirmeme sebep oldu.
Böyle teknik ve spesifik bir alanda yapılacak olan detaylı çözümlemelerin, günümüz aydınlatma trendlerinin getirdiği sorunlara kalıcı bir çözüm olamayacağının, kapanış bölümünün içeriğini yeniden değerlendirmeden önce de, bilincindeydim.
Lakin, günümüzde mevcut ve de ulaşılabilir olan bu çözümleme yöntemlerinin, sorun-çözüm ilişkisine dayandırılarak ve birer birer adres gösterilerek incelenmesinin aslında o kadar da çaresiz olmadığımızı, umudumuzu yitirmememiz gerektiğini ve ufak değişikliklerin büyük etkiler yaratabileceğini görmemiz adına faydalı olacağından eminim.
Ancak aslında kapanış bölümünde bahsetmek istediğim, mavi ışığın manipüle ettiği sirkadiyen ritmini muhafaza edebilmek için mavi filtre gözlükleri ve uygulamaları ile halojen ve enkandesan lamba kullanımı, enerji verimliliği verilerinin yarattığı rehavet ortamından kaynaklanan aşırı elektrik ve ışık tüketimini kontrol altında alabilmek için neden ve nerede ışık sorusunu sorma bilinci, LED ışık kaynaklarının kullanımıyla artışa geçen ışık kirliliğini azaltmak için bilinçli aydınlatma tasarımcılarıyla iş birliği halinde sürdürülecek kent ölçekli aydınlatma tasarımları gibi çözüm başlıklarının detaylı analizlerini yapma fikrinden vazgeçmiş olduğumu belirtmek isterim.
Zannediyor ve umuyorum ki toplam beş bölümde bahsettiğim aydınlatma trendlerinin taşıdıkları potansiyel komplikasyonlar listesi, en azından belirli düzeyde bir bilinç oluşumuna yol açmış, ve akabinde çözüm üretilebilmesi adına hem dünyamızın hem de insan ırkının gördüğü aydınlatma ve teknoloji rüyasından uyanılması yolunda bir nebze yardımcı olabilmiştir.
Son bölümdeki bu ani içerik değişikliğine yol açan düşünce, hem kendimi hem de okurları mavi ışık filtreli gözlükler kullanmaktan daha kapsayıcı ve kalıcı bir çözüm sisteminin var ve uygulanabilir olduğu gerçeğinden doğuyor.
Bu kapsayıcı çözüm sistemini kısaca, düşünce, sorgu ve talep mekanizmalarının doğru ve akılcı kullanımı olarak adlandırabiliriz. Tüm bu mekanizmanın kilit taşı aslında taleplerimiz.
Talep mekanizmasının popülerliği, günümüzün bir gerçeği. Doğru talep, insan ırkına çağ atlatabildiği gibi yanlış talep de dikkatimizi dağıtarak bizim hiçbir sebep-sonuç ilişkisine dayandıramadığımız soyut ve somut kavramlar denizinde boğulmamıza sebep olabiliyor. Talep sistemine karşı çıkmaya çalışmak günümüzde yıllar önce kaybedilen bir savaşın soğuk cephelerinde düşman kovalamayı beklemekten farksız olacaktır.
Nitekim şu an talep sisteminde oldukça barışçıl bir ortam var. Ya talep ediyor ya da temin ediyorsunuz. Sonuçta herkes mutlu. Bu yüzden de ne talep ettiğimiz önem kazanıyor. Hangimiz daha insancıl ve sağlıklı bir global yaşam adına taleplerini süzgeçten geçiriyor?
Apple tasarımcılarından ve mühendislerinden daha uzun pil ömrü ve daha kaliteli kameralar dışında hangimiz, daha az elektromanyetik dalga ve daha az mavi ışık talep ediyoruz? Talep edilmeyen bir şey neden temin edilsin? İşte tam olarak da bu yüzden ne istememiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Hiç bir şey istememek ulaşılması zor bir eylem alışkanlığı, ne istemediğimizi ve ne istediğimizi bilmek ise hem daha ulaşılabilir hem de hiçbir şey istememek kadar yapıcı olabilir gibi duruyor.
Buradaki sorun, isteklerimizin günümüzde manipüle ediliyor olması. Bir ürünü, bir fikri, liberal olduğuna inandırıldığımız dünyada saf içtenlikle talep edemiyoruz. Çünkü ne isteyeceğimize, neye ihtiyaç olduğumuza bizim karar vermemiz engelleniyor. Görmeye ve duymaya maruz bırakıldıklarımız, bizim adımıza karar veriyor bile. Biz taleplerimizle ilgili gerekli maddi ve manevi fizibiliteleri yapamadan Google algoritmaları ne istediğimize, ne kadar istediğimize hatta ne zaman istediğimize bile karar veriyor. Bizim adımıza düşünen ve karar veren biri varken biz neden düşünelim ki?
İşte burada doğru talep sisteminin uygulanabilmesi için olmazsa olmaz iki faktör, yani düşünce ve sorgu sistemleri devreye giriyor. Günümüz teknolojileri, pazarlama propagandaları ve sektör yönelimleri bizim düşünen varlıklar olmamız için can atmıyorlar. Düşünmenin yorucu ve yıpratıcı bir eylem olabildiğinin bilincindeyiz, işte tam olarak da bu yüzden düşünmemiz gerekiyor.
Günümüzde pazarlanan insan odaklı aydınlatma sistemlerini ele alalım, sirkadiyen ritmimizi düzene sokmak adına akşamları neden akşam güneşini simüle etmeye çalışmak yerine bunu mevcut doğal ışığın yapmasına izin vermiyoruz? Sabahları bizi uyandıran “doğal ışık simülasyonlarını” neden bir kenara bırakıp, güne perdelerimizi açarak başlamıyoruz? Vücudumuzun talep ettiği, ihtiyaç duyduğu veya duymadığı her şey zaten zaten doğada mevcut değil mi? Gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu, neyi talep etmemiz gerektiğini düşünüyor muyuz, yoksa önümüze sunulan etkileyici veriler, rakamlar ve iddialardan mı etkileniyoruz? En parlak veya en verimli ışığı mı istiyoruz? Yoksa en konforlusunu mu? Veya renkleri en doğru göstereni mi? En önemli kıstasımız masamıza kaç lux ışık vurduğu mu? Yoksa o parlaklıkta yanan ışığın gözümüzü kamaştırıp kamaştırmayacağı mı? Ya cevaplar doğru, sorular yanlışsa?
Doğru düşünce doğru talebi, doğru talep ise doğru ürünü sağlayabilir. Ancak ürünün doğruluğunu kontrol etmenin en etkili yolu, sorgulamak. Bu mekanizmayı önermekteki amacım herhangi bir şekilde güvensizlik ortamı oluşturmak değil. Aksine doğru cevabın sağlamasını yaparak güven ortamını güçlendirmek. Sorgulanmış, sağlaması yapılmış cevaplar, doğru düşünce ve doğru talep girdileri adına harcanan mesai ve enerjinin karşılığı olacaktır. Bu yüzden de düşünce ve talep mekanizmalarının en yüksek verimde çalışması ve sonuçlandırılması ancak kapsamlı sorgu sistemine bağlıdır.
Misal vermek gerekirse, bizlere vadedilen birim bazındaki LED lamba ömür süreleri ve enerji verimliliği rakamları doğru olabilir, nitekim şartnameleri incelenip kıyaslandığında LED lambaların halojen, enkandesan ve flüoresan lambalara kıyasla kat be kat daha uzun ömürlü oldukları ve harcadıkları watt başına sundukları ışık akısının çok daha yüksek olduğu gerçeği karşımıza çıkabilir. Ancak bu lambalardan birçok adet kullandığımızı ve Jevons Paradoksu’ndan kaynaklanan psikolojik yanılsamayla LED lambalarda aşırı kullanıma gittiğimizi göz önünde bulundurmasak dahi, bir lambanın herhangi bir fiziksel hasardan dolayı çalışmaz hale gelebileceğini veya teknolojik ilerlemelerin o ürünün ömrü dolmadan değişimini gerektirebileceğini unutmamalıyız.
Hele ki LED lambaların belli bir süre sonrasında fayda sağlayamayacak derecede ışık akısı ve renk kaybına uğrayabileceğini, üstelik bu süre zarfının da total yaşam süresi grafiğine dahil edildiğini gözden kaçırmamalıyız. Sayılar hala doğru, ancak iç ve dış ve faktörler göz ardı edilerek çarpıtılmış gerçekler var. Bu yüzden de talebiniz yüksek enerji verimliliği ve yaşam süresi olsa dahi bunun sağlamasını tüm etmenleri göz önünde bulundurarak yapmanızda fayda var. Nitekim rakamlar hayata temas etmeyebiliyor. Bu farkındalığa ulaşmanın yolu da, doğru düşüncelerinizin ürettiği doğru taleplere verilen cevapların detaylı sorgulanması. Biz ne istiyoruz, neden istiyoruz ve istediğimiz gerçekten aldık mı? Belki de doğru soruları sormayı öğrenmeliyiz.
Kısacası, kendimizi bir şeylerden korumak adına ulaşmamız gereken birkaç düşünce adımı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi her şeyin bizim kontrolümüzde olduğunun farkına varmak. İkincisi aslında hiçbir şeyin bizim kontrolümüzde olmadığı ve tüm isteklerimizin manipüle ve modifiye edildiği gerçeğiyle yüzleşmek. Üçüncü adım ise birincisi ile aynı. Her şeyin tekrardan bizim kontrolümüzde olduğunu anlamak. Ancak bu sefer ikinci basamağa basmış olarak.
Ne olursa olsun, düşünmemiz, doğruyu talep etmemiz ve temin edileni sorgulamamız gerekiyor. Bu sürece de düşünerek başlayın. Bu söylemin size klişe gelmesine izin vermeyin. Kelimenin tam anlamıyla, bilgisayarınızı, akıllı telefonunuzu bir kenara bırakıp kulaklıklarınızı çıkartıp beş dakika da olsa düşünün. Başlarda ne olduğu da önemli olmayabilir, yediğiniz yemeğin, içtiğiniz kahvenin, aldığınız kokunun, teninize vuran güneş ışığının sizde uyandırdığı güzel duyguları düşünün. Çünkü ancak o zaman, teninizi ısıtmayan ışığın aslında o kadar da güzel olmadığının farkına varacaksınız.
Teşekkür ederim.
Comments